Çocuksu akıl ve gelenek
Ortaokul sıralarında iken (yani şimdiki tanımı ile İlköğretimin ikinci kademesi) din dersi öğretmenimiz ev ödevi vermişti. Ödevin konusu; Kur’an da ahlak ile ilgili beş ayet-i kerimenin yazılmasıydı. Bir Türkçe mealli Kur’an-ı Kerim bulup içerisinde ahlak kelimesi geçen ayet aramaya başladım. Ancak bir tane bulabildim. Kalem Suresi dördüncü Ayet-i kerime: “muhakkak ki sen en büyük ahlak üzeresin.” Diğer dört ayeti bulamıyordum. Sonuçta içerisinde “ahlak” kelimesi geçen başka ayeti kerime gerçekten yoktu. Büyüklerime soruyor ama doyurucu cevap alamıyordum.
Neydi ahlak? Düşünce ve davranış boyutun onunla ilgisi var mıydı? Günün yirmi dört saatinde rolü var mıydı? Hayatın ne kadarını kuşatıyordu? Bireysel ya da sosyal hayatta söz sahibi miydi? Yoksa insan ondan tamamen bağımsız bir varlık mıydı? Bütün bu soruları ortaokul sıralarında çocuksu aklım düşünemiyordu. Hatta kendime ya da başkasına sormuyor aklımdan bile geçirmiyordum.
Peki, sosyal çevrem benim çocuksu aklımdan farklı mı düşünüyordu? Ben çocuktum ya onlar yaşları büyük olanlar! Onlar da benden farklı değildi. Ahlakın kapsamı ve çerçevesi hakkında, şimdinin büyüklerinin de pek farklı olduğu söylenemez. O günlerde ya da şimdi ahlak denilince neler geliyor insanların aklına, Kur’an da birden fazla ahlak ile ilgili ayet-i kerime bulabilirler mi acaba!
Çocuksu aklın ve geleneğin dünyasında bastırılmış ahlak; kötü söz söylememek, kalbim temiz demek, sigara içmemek, kahveye gitmemek, anaya-babaya karşı gelmemek gibi bireyselliği aşmayan asla toplumsal olmayan bir anlayıştan ibaret.
Şimdilerde ise eskinin geleneksel ahlaki anlayışı da ortadan kalktı. Post-modern düşüncede geleneksel ahlak yerini bağımsız ahlaka bıraktı. Yani ahlaksızlık. Düşüncede, hal ve harekette, sosyal yapılanmada bireylerin bağlı olmak zorunda oldukları değer yargılarının olmayışı. Yanlış yok herkesin doğrusu kendisine anlayışı.
Lügat olarak
Herhangi bir meselenin sağlıklı olarak anlaşılmasında kelimelerin doğru kullanılması, lügat ve ıstılahı manalarının bilinmesi çok önemlidir. Kelime arapça olup sülasisi ha-lam-gaf harflerinden meydana gelmektedir. Yaratma/yaratılış fiilide aynı harflerden oluşmaktadır. Ha, harfi ötüre okunarak hulk ya da huluk kelimelerinin çoğuludur; ahlak. Istılahi anlamı ise huylar, seciyeler, mizaçlar anlamında bir kavram olup, insanın bir amaca yönelik olarak kendi arzusu ile iyi davranışlarda bulunup kötülüklerden uzak olması manasındadır.
Ahlak kelimesinin yapısı yaratma kelimesi ile aynı harflerden oluşması noktasından hareketle şunu söyleyebiliriz; ahlak fıtratla ilgili yani ilahi bir oluşumdur. Bu konuda İslam peygamberi “üsve-i hasene” olan Hz. Peygamberin şu hadis-i şerifi buna işarettir; “her doğan İslam fıtratı üzerine doğar… ” Bu gerçekten hareketle yaratılış eşittir ahlak denilebilir. Ancak tevhit fıtratı üzerine doğan insan daha sonra ana, baba ve çevresi tarafından değişik ahlaki kulvarlara çekilebilir.
Hangi ahlak
Yaratılışın beraberinde getirdiği ahlaki yapı egemen güçler tarafından bozulup değiştirilince birden fazla ahlaki anlayış ortaya çıkmaktadır. (aslında bu anlayışlara ahlak adı verilemez. Yukarıda belirttiğimiz gibi ahlak yaratma fiilinden gelmekte tamamen ilahi bir kurgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle yaratılışa aykırı düşünsel, davranışsal ve toplumsal yapılanmalara başka bir isim bulunmalıdır. Çünkü âlemlerin Rabbi asla kendisine başkaldıran oluşumu yaratmaz. Yani murat etmez. Ancak konunun anlaşılması noktasında biz fıtrat dışı oluşumlar için de ahlak kelimesini kullanacağız).
Her medeniyetin kendine özgü düşünce ve davranışlarına şekil veren anlayışları vardır. Bu anlayış, ortaya çıkan sosyal yapı çerçevesinde değişik isimler almaktadır; Konfüçyüs, Buduzim, Hıristiyanlık, Yahudilik ve İslam ahlaki anlayışı. Bu semavi ya da dini bağlamda ahlaki kriterler yanında dini bağlantıyı reddedip dindışı ahlaki anlayışlar da vardır; Ateizm, faşizm, kominizim, laisizm vb.
Şimdi kişi içerisinde bulunduğu toplumun bir üyesi olarak düşünce ve yaşam kalıplarının referansının ne olduğu, hangi kaynaktan beslendiğinin cevabını bulmalıdır. Yani hayatının referansı islami kaynak mı yoksa Yahudi, Hıristiyan ya da dini isimlendirmeyi dahi kabul etmeyen beşeri felsefe kaynakları mı? Kısacası hangi ahlak?
Edilgen ahlak mı?
Kişinin ahlakı anlayışı beslendiği kaynağa göre şekillenir. Bir insan Müslüman olduğunu iddia edebilir ama düşünce ve davranışlarının referansı yahudi, Hıristiyan veya beşeri felsefeler ise yani İslam değilse, onun ahlakı asla Müslüman ahlakı olamaz. Çünkü Kur’an ve sünnet kendi tabilerinin psikolojik ve sosyal yapılarının nasıl olacağı hakkında gerekli ve yeterli kuralları belirlemiştir.
Ahlak abidesi Hz. Peygamber (as); “ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” buyurmuştur. Bununla beraber İslami ahlakın tanımını müminlerin validesi Hz. Aişe yapmaktadır. Kendisine Hz. Peygamberin ahlakı nedir diye sorulunca; “siz hiç Kur’an okumuyor musunuz? Onun ahlakı Kur’an dır” buyurmaktadır.
Şimdi kur’an ve Sünnet kısacası İslam ahlakını “Emr-i Bi’l Ma’ruf ve Nehy’i Ani’l Münker” olarak tanımlayabiliriz. İyiliği emretmek kötülükten nehyetmek. Diğer bir ifade ile “sizden biri bir kötülük gördüğü zaman eğer gücü yetiyorsa onu eli ile düzeltsin. Şayet gücü yetmiyorsa dili ile düzeltisin. Ona da gücü yetmiyorsa kalbi ile buğuz etsin. Bu ise imanın en zayıf noktasıdır.”
Bu iki tanımlamadan hareketle Kur’an ve Peygamber (sav) olaylar karşısında asla edilgen (pasif) bir tavır geliştirmemişler tam tersine etkin ve aktif rol üstlenmişlerdir. Bazılarının iddia ettiği gibi İslami anlayış (ahlak), kişi ile Allah (cc) arasında bireysel ve edilgen vicdani bir mesele asla değildir.
Bilakis peygamber (sav) ve sahabenin (r.anhum) düşünce ve yaşam tarzının Kur’an sayfalarında ayetleştiğini görüyoruz. Bu anlayış içerisinde islam ahlakının inananlara iyinin ve güzelin egemen olması ve kötülüklerin son bulması için gerektiğinde Hz. İbrahim, Ashab-ı Uhdud, Ashab-ı Kehf gibi olmamızı öğütlediğini görmekteyiz.
Yani aktif ve etken bir ahlak…
O halde ahlak nedir
Mademki güzel ahlakı tamamlamak için gönderilen ve ahlakı Kuran olan bir peygamber var aramızda. Ki O “Allah’ın ve Resulü’nün ahlakı ile ahlâklanınız.” buyurmaktadır. O halde ahlak nedir sorusuna cevap arayalım:
İslami düşüncede ahlâkın kaynağının Kur’an ve Sünnet olduğunu hatta referans kalıpları din olmayan hiçbir davranış biçiminin de ahlak olarak nitelendirilemeyeceğinin felsefi ve bilimsel anlamda altını yeniden çizelim. Bu çerçeveden hareketle ahlak, eşyanın tabiatı gereği dini bir boyut kazanmaktadır.
Kur’an-ı kerimin, hadis-i şerifler eşliğinde ahlak olarak tanımlanması aslında bize ahlakın ne olduğunu bildirmektedir. Ahlak ve ahlakın kaynağı inanalar için Kur’an ve Sünnettir. Bu konuda hiç kimsenin bir itirazının olacağını zannetmiyorum. Ancak esas sorunun bu kaynağın anlaşılması ve pratize edilmesidir. Çağın sorunu olan yani Müslüman ahlakı; bireysel midir? Edilgen midir? Vicdani midir? Yalnızca ahretle mi ilgilenir?
Ya da İslam ahlakı bireysel olduğu kadar ailevi, toplumsal, ulusal ve ümmetsel midir? Bir Müslüman’ın ayağına bir diken batsa o dikeni kendi ayağında hissedecek kadar hassas mıdır? Doğuda bir Müslüman kadın kâfirlere esir düşse velev ki bütün mallarını fideye vererek onu kurtaracak kadar aktif midir? Her an kıyametin kopacağını düşünebilen Rabbi ve sevgili peygamberi Hz. Muhammed (sav) yanına hediyesiz -ki o hediye şahadet kanı, infak teri, gözyaşı ve hidayetine vesile olduğu birkaç insan – gidebileceği endişesini yaşayacak kadar uhrevi midir?
Küresel protesto
Bütün bu açıklamalar çerçevesinde İslami ahlakın kötülüğün, batılın, haksızlığın, zulmün ve sömürünün karşısında dik durmak ve sürekli mücadele olduğunu anlıyoruz. Ama karşımıza burada bir sorun çıkıyor. Zulme, şirke, sömürüye, haksızlığa ve işgale karşı olmanın donanımları (düşünsel, kültürel, siyasal ve ekonomik) ve hareket noktası ne olacaktır. Kapitalist sömürü ve işgale karşı bir başka emperyalist sistemin adı olan sosyalist ilkelerle karşı çıkmanın zulmün rengini kızıla çevirmekten başka şey olmayacağı açıktır. Ya da Saddam zulmüne karşılık Amerikan ve İngiliz zulüm ve işgaliyle karşı koymanın zulmün dişili sayısını artırmaktan başka bir şey olmadığı görülecektir. Her türlü işgale karşı işgalcilerin savunma metotlarını kullanmanın çıkar bir yol olmadığını tarih bize göstermiştir. Çünkü işgalciler, ekin tarlalarını işgal eden çekirgeler gibi tarlaları terk ederken yumurtalarını tarlalara bırakarak giderler.
Ahlaki protesto bir donanımlı hareket olmak zorundadır. Vahyi esas alarak, tarihin derinliklerinden gelen yerel değerleri kuşanarak; mahalli bölgesel ve küresel zulme karşı çıkmanın adı olmalıdır ahlaki protesto. Şimdiye kadar bireysel protestolar hiçbir sorunu çözemedi. Lokal olanlarda. Öyleyse protesto hareketi yerel ve bölgesel olmaktan çok küresel protestoya aday olmalı ve ona göre donanımlı olmalıdır.
Bireysel protestolar bölgesel ve küresel protestoya dönüşe bilmesi için kurumsallaşması şarttır. Çünkü muhatapları kurumsal araçlara sahiptir. Bu araçların kültürel, siyasal ve ekonomik örgütlenme olduğunu söyleyebiliriz.
Ancak bu şekilde yapılanan ahlaki protesto bireysel olmaktan çıkacak ve yerelliği aşarak bölgesel ve küresel bir boyut kazanacaktır.
Sonuç olarak
Şunun altını çizelim ki ahlaki protestoya aday olan kimsenin kuşanacağı değerler çok önemlidir. Bu değerler miladi 610 yılında Mekke de ortaya çıkan değerlerle aynı olmalı ona benzemelidir. Asla bir başkasına; ne müşriki, ne sosyalist, ne kapitalist, ne hümanist ve ne de post modernist yapılara benzememelidir. Aksi halde başarı mümkün olamayacaktır.
Protesto adayı vahyi kuşanmak zorundadır. Bir mücadele kendi değerleri üzerine ayağa kalkarsa başarılı olacaktır. Kendisine ait olmayan her şeyi reddetmelidir. Kendisinden olmayanlara asla benzememelidir. Söz konusu aday; tırnak kesmesinden su içme şekline kadar, düğününden çocuğuna isim koymasına kadar, siyasal yapıdan ekonomik yapıya kadar kısacası kafadaki düşüncesini, hal ve hareketini ve sosyal yapısını kendi değerleri üzerine oluşturmak ve kurumsallaşmak zorundadır.
Bu değerleri kuşanan protesto işte o zaman ahlaki ve küresel olacaktır.
Furkan Yılmaz