Bayram bireysel değil toplumsal bir olgudur

Bayram bireysel değil toplumsal bir olgudur. Bireyler toplum içerisinde üstlendikleri rol sonucu bayramı elde ederler. Aksi takdirde bir dağda, ovada ya da ormanda yalnız başına yaşayan bir kimse bayramı kuşanamaz. Çünkü birlikte yaşayan insanlar; aile, toplum ve ülke bayramı oluştururlar. Topluluk bireyleri kendi inanç, kültür, örf ve adetlerinden bir şeyler kattıkları davranış biçimleri bayramı beraberinde getirir.

Oryantalist bir deyimle en ilkel(*) kabilelerden en örgütlü toplum yapısı olan devlete kadar bütün insan katmanlarında hep bayram varola gelmiştir. Sevincin, başarının ve zaferin olmadığı ve kutlanmadığı bir toplum yoktur. Tabiî ki bunu ikiye ayırmak gerekir. Birincisi ilahi olanlar diğeri ise beşeri.

İlahi olarak adlandırılanlar tanımlanmış olanlardır; Enes b. Malik’ten (ra) rivâyete göre, şöyle demiştir: Cahiliyye döneminde senede iki gün vardı ki insanlar o günlerde oynar ve eğlenirlerdi. Peygamber (sav) Medine’ye geldiğinde sizin de eğlenip oynayacağınız iki gününüz vardır. Allah cahiliyye deki o günlerin yerine size daha hayırlısını (değiştirerek) verdi. Onlar Ramazan ve Kurban bayramı günleridir. (Ebû Davud, Salat; Müsned)

İnsan unsuru olanlar ise; bir nimetin elde edilmesi, bir felaketten kurtuluş günü ya da bir savaşın kazanılması gibi günler bayram olarak adlandırılmıştır. Bunların yıl dönümleri mutluluk ifade eden etkinliklerle kutlanmıştır.

Bu anlamda bayramı tanımlayacak olursak bayram; adaletin, barışın, emniyetin, mutluluğun ve refahın bireyler tarafından toplum katmanında biz bilinci ile ortak olarak paylaşılmasıdır.

Asrı saadette bayram etkinlikleri

Asrı saadette bayram etkinlikleri şöyle olurdu. Hafsa’dan (ra) rivâyete göre, şöyle demiştir: Ümmü Atıyye Rasûlullahı (sav) her hatırına getirdiğinde; Babam, O’nun yoluna feda olsun derdi. Bu söylediklerini bizzat Rasûlullah (sav)’den duydun mu dedim. “Evet, baban O’nun yoluna feda olsun” dedi ve Rasûlullah (sav)’in şöyle buyurduğunu aktardı: “Akıl baliğ olan ve olmayan genç kızlar bayram için mescide gelsinler, Müslümanların davetine icabet etsinler. Sadece hayızlı kadınlar mescidden uzak dursunlar.” (Buhârî, Iydeyn; Dârimi, Iydeyn)

Başka bir hadisi şerifte ise; Ümmü Atıyye (r.anha)’dan rivâyet edildiğine göre: Rasûlullah (sav) bakire, genç kız, örtünme çağına gelmiş kız çocuklarıyla hayızlı kadınları bayram namazına çıkarırdı. Hayız halindeki kadınlar namaz kılınacak yerden uzak durur ve sadece Müslümanların dualarına katılmış olurlardı. Kadınlardan biri: “Ey Allah’ın Rasûlü, kadının tüm vücudunu örtecek dış elbise yoksa” deyince şöyle buyurdular: “Eğer katılacaksa bir kardeşinden ödünç alsın.” (Ebû Dâvûd, Salat; Nesâî, Iydeyn)

Bayram etkinlikleri olarak dini önermeler şüphesiz ki önceliklidir. Ancak beşeri başarıların bayrama dönüştürülmesinde de bir sakınca yoktur. Hz. Peygamberin hicret eyleminin Medineli ensar (ra) tarafından bayrama dönüştürülmesi buna örnek olarak gösterilebilir.

Son Nebinin (sav) hayat pratiğinde

İslami düşünce, hayatı biz bilinci ile kuşatır. Sağlıklı insanları hayatın içerisinde yalnız bırakmayan ve onların sevincini paylaşıp çoğaltmayı, kederlerini paylaşıp azaltmayı hedefleyen nebevi düşünce; onların ölülerini bile mezara kadar yalnız bırakmaz. Bu kapsamda cenaze namazına katılmayı farzı kifaye olarak değerlendirir. Sıla-i rahim, hasta ziyaretleri, davete icabet ve komşuluk hukuku; hayatın bireysellikten öte toplumsal bir konumda kabul edildiğini gösterir.

“bakire, genç kız, örtünme çağına gelmiş kız çocuklarıyla hayızlı kadınları bayram namazına çıkarırdı. Hayız halindeki kadınlar namaz kılınacak yerden uzak durur ve sadece Müslümanların dualarına katılmış olurlardı…” beyanı son Nebinin (sav) hayat pratiğinde toplumun bütün katmanlarının bayrama iştirak ettiği/ettirildiği görülmektedir.

Bu anlayış bayramın kitlesellikten çıkarıp bireyselleşmesine ve bencilleşmesine izin vermez. Sosyal boyutta buna izin vermeyen Kuran ve sünnet pratiği; ibadette de ruhban/rahip yapılanmasını hoş görmez. Bu gerçekler ışığında bayramın tatile dönüştürülmesi, turizm sektörüne kurban edilmesinin İslami gelenekle yakından ve uzaktan bir ilişiğinin olmadığını tespit etmek zor olmasa gerektir.  Bayramın tatile ve turizme dönüştürülmesi sıradan, basit bir olay değil, İslami geleneğe ciddi bir muhalefettir.

Bayram ve adalet ilişkisi

Bayram ismi bütün kültürlerde sevinç ve mutluluğu çağrıştırır. Toplumsal bir felaket, savaş ve terör yenilgisi, deprem, sel, açlık ve yokluk gibi hiçbir olumsuzluk sevinç gösterileri ile karşılanmaz. Bunların yıl dönümlerinde eğlenceler düzenlenmez. Kutlamalar yapılmaz. Ancak yas törenleri ve anmaları düzenlenir.

Adaletin egemen olmadığı, gayri safi milli hâsıladan herkesin eşit bir şekilde pay almadığı ve yoksullar ile zenginler arasında uçurumların olduğu bir coğrafyada insanlar bayram olgusunu gerçekleştiremez. İşsizlik, yoksulluk, fırsat eşitsizliği ve can emniyetinin olmadığı yerlerde bayramdan bahsetmek şüphesiz ki abesle iştigal olacaktır.

Müslümanların yaşadığı coğrafyalarda yukarıda sayılan olumsuzluklar mevcutsa elbette ki bayram olgusu yeniden gözden geçirilmelidir.  Nebevi düşünce müminleri bir vücuda benzetmiştir. Bu vücudun organlarından birine bir diken batarsa bütün vücut o acıyı hisseder. Ayrıca komşusu aç iken tok yatan bizden değildir ilkesi; 21.Yy. Müslümanlarına hayata bakışlarını yeniden değerlendirmelerini telkin etmektedir.

İslam coğrafyasının herhangi bir yerinde var olan; yer altı ve yer üstü zenginlikleri küresel bir köy haline gelen dünyada Müslümanlar arasında adil bir şekilde paylaşılmıyorsa ya da bu düşünce egemen değilse adil olmayan bir durum var demektir. Hâlbuki nebevi medeniyet anlayışında “Fırat nehri kenarında bir kuzuyu bir kurt kaparsa onu adli ilahi Ömer den sorar” olgusu hâkimdir. İşte bu düşünce hayatın her alanında; sosyal, siyasal ve ekonomik anlamda adaleti egemen kılacaktır. Öyleyse adaletin yer bulmadığı beldelerde bayram sözde veya kâğıt üzerinde kalacaktır. Ete ve kemiğe bürünmeyecektir.

Sonuç yerine

Şirk sistemleri, ekonomik ve sosyal yapılanmalarında adil olduğu müddetçe uzun bir süre varlıklarını devam ettirdiklerini tarih sayfaları bize anlatmaktadır. Ama zulmün ise böyle bir şansının olmadığını da tarih yazmıştır. Bayram adalet üzerine bina edilir. Adalet yoksa bayramdan söz etmek hiçte doğru olmayacaktır. İslami düşüncede bir insanı öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibidir. Değil bir insanın milyonlarca insanın çeşitli nedenle öldüğü/öldürüldüğü bir dünyada; şüphesiz ki bayram algısı yeniden gözden geçirilmelidir.

Çünkü bayramı getiren değer adalettir.

Furkan YILMAZ