Çağın en görkemli direnişine sahne oldu Türkiye. Emperyalist güçlerin ve yerli işbirlikçilerinin yazdığı ve adına darbe dedikleri oyun tutmadı. Halkın ortaya koyduğu onurlu direniş; sosyologların, felsefecilerin ve tarihçilerin ders konusu olmalıdır.
                                                                                                                                          Yılmaz ALTUNÖZ

 

Batılı güçler yıllar süren ve devam eden olumsuz bir algı operasyonu yürüttüler, kendilerinden olmayan milletler üzerine. Kendilerinden olmayanlar şayet Müslümansa bunun boyutu daha da ağır oldu. Kendileri süje diğerleri obje oldular. Kendilerini özne diğerlerini nesne gördüler. Haritalar çizdiler ve o haritanın merkezine oturarak dünyayı doğu batı, güney kuzey; Yakındoğu, Ortadoğu ve Uzakdoğu diye ayırdılar. Ve coğrafi bölgelere üstünlük atfettiler. Beyaz rengi kutsadılar diğerlerini aşağıladılar. Başkalarının kutsallarına hiç saygı göstermediler. Çünkü varsa kutsal yalnızca kendilerinindi diğerlerinin kutsal edinme hakları yoktu.

Batılı egemen güçler; siyasileri, sosyologları, edebiyatçıları ve askerleri gördükleri doğruları halklarına olduğu gibi aktarmadılar. Kendileri halkın olayları nasıl görmesini istiyorlarsa öylece çarpıtarak; yazdılar, çizdiler ve anlattılar. Ve ötekileştirdikleri toplumlara karşı bir önyargı oluşturdular; kendi kendilerini yönetmekten acizler, barbarlar, eğitilmesi gereken insanlar, yönetilmesi gereken varlıklar. Darwin’in ifadesiyle düşünen hayvanlardı; Batılı / Anglosakson olmayanlar.

Yüksek Perdeden Direniş

Özellikle Müslümanların varlığını kabule hiç yanaşmadılar. Ne dinlerini ne de inançlarını asla kabullenmediler. Ve İslam’ı ciddi bir tehdit olarak gördüler.  Müslümanlar ve inançları üzerine çok yalanlar uydurdular, zanda bulundular ve iftira attılar. Müslümanların insanlığa katkıda bulunduğu ahlak, adalet, üretim, sanat, edebiyat, mimari, kültür değerlerinden hiç söz etmediler. Avrupa’nın tarihini yazdılar ama 800 yıla yakın Avrupa’ya müdahil olan Endülüs İslam devletinden söz etmediler. 450 yıl Avrupa’da güç unsuru olan ve Viyana kapılarına kadar gelen Osmanlı Devletine; Avrupa’nın tarihinde yer ayırmadılar. İslam medeniyetini görmezden geldiler.

İşte Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı tetikçiliğini yerel aktörlerin ve uluslararası üst aklın yönettiği darbe karşısında; halkın yüksek perdeden gösterdiği direnişi ve darbeye hayır deyişini yine küresel egemenler görmezden geldiler. Yok saydılar. Yerel işbirlikçilerde öyle davrandılar.

Yerel ve ulus ötesi müşrik güçler darbe karşısında direnç/direniş ortaya koyan ve tankların üzerine çıkan halktan böyle bir tepki beklemiyorlardı. 300 yıldır öldürdükleri, yok ettikleri ve sindirdikleri; kendilerini ifadeden aciz bıraktıkları; en tabi birey ve insani haklarını talep edemeyen bir topluluk haline getirdikleri; kendi kendilerini yönetmekten aciz olarak gördükleri ümmetin bir parçası olan Türk halkı; nasıl olurda sosyologları ve siyasileri şaşırtacak, istihbarat birimlerinin hesabını boşa çıkartacak bir davranış biçimi ortaya koyabilir.

Emperyalist/müşrik güçlerin gözünde direnmek modernist insanın vasfıdır. Seküler, Yahudi veya Hristiyan direnebilir. Ama bir Müslümanın özgürlüğünü talep etmek için direnmesi; dahası tesettürlü çarşaflı Müslüman hanım eli silahlı, tanklı toplu darbecilere karşı tek başına nasıl olurda hayır diyebilir; direnişin sembolü olabilir.

Parola Allahu Ekber Ve Özgürlük

Güncelliğini yitirdiğini iddia ettikleri din nasıl olurda emperyalizme ve onların yerli uşaklarına karşı halkı ayağa kaldırır ve oyunlarını bozar. Vakitli okunan ezanlar inananlarını Allah’ın varlığına/birliğine, namaza ve kurtuluşa çağırırken; vakitsiz okunan ezanlar Müslümanları direnişe, mücadeleye ve savaşa çağırmaktadır. Parolası Allahu Ekber olan onurlu bir direniş. Fransızları Kahraman Maraş’ta bozguna uğratan ezan çağırılarında olduğu gibi…  Tüm bozguncu/darbecilere; F-16 savaş uçaklarına, tanklara ve toplara karşı; ezanlar ve salalar bir rol üstlendi; Allahu Ekber ve özgürlük.

Ve İslam dipdiriydi işte. Ve onun mensupları meydanlardaydı. İşıd, el Kaide, Boko Haram üzerinden onca itibarsızlaştırmaya karşı İslam özgürlük türküsünü; çağa ve çağlara yeniden dillendiriyordu. Mazlum milletlere şöyle sesleniyordu; egemen müşrik güçlerin / Batılıların ve onların ajanlarının evleri / karargâhları en çok örümcek ağı kadar kuvvetlidir.

Sosyologlara Yeni Ödev

Darbeye karşı tüm halk ayağa kalktı. Ama direnişin öncüleri dindar insanlar ve kadınlar oldu. Direnen kadın Safiye Bayat hanımefendi tek bir ümmet. Ya Şerife Boz o da öyle; çağın Asiyeleri… İşte Batının sosyologları, siyasileri ve insan hakları savunucuları tüm bunları görmezden geldiler. Kulaklarını tıkadılar. OHAL’e takıldılar. Aslında Safiye Bayat Hanım sosyologlara, felsefecilere ve tarihçilere yeni ödevler veriyordu.

  1. ve 21.yy. en görkemli direnişi karşısında; İbn-i Haldun kalksa gelse Mukaddime’yi yeniden kaleme alır. Karl Marks mezarından dirilse gelse aptallaşır. Darwin birçok yalan uydurur. Bernard Lewis “kötü yönetime başkaldırmak şeklindeki Batı ahlakı İslam düşüncesinde yoktur” iftirasını kat be kat artırırdı. George Orwell “yerden bitiyorlar, birkaç yıl terleyip aç geziyorlar, sonra toprağa giriyorlar, bir müddet sonra mezarlığın yeri bile bellisiz oluyor, kimsede onların gittiğinden haberdar olmuyor” aşağılık tanımından belki dönerdi. Fukuyama “Tarihin Sonu” isimli kitabını yazdığından pişman olurdu.

Şimdi tarih yeniden yazılıyor tarihi yapanlar tarafından; onlar Müslümanlar.