Bireyin yaşam serüveni geçmiş, toplumların/devletlerin var olma serüveni ise tarih olarak adlandırılır.   İnsanın geçmişini bilmek isteği fıtridir. Her insan az ya da çok soy kütüğünü merak etmiştir.  Kendine ve çevresine konuyla ilgili sorular sormuş ve araştırmıştır. Bu halin bireyin “ben” ve “ailenin” biz kimliğini oluşturmasında önemli katkısı vardır. Bireyin kendisini; kendisine ait bir kimlikle ifade etmesi toplumsal barışın sağlanmasını ve sağlıklı ilişkilerin kurulmasını beraberinde getirir.

Aynı şekilde toplumların/devletlerin kendilerini tarihi anlamda ifade etmeleri, kendilerinin dünya sahnesinde var olmalarının meşruiyet boyutu olarak değerlendirilmiştir.  Millet veya ulus inşasında tarih bilincinin öncelikli olarak yer aldığı bilinen bir gerçektir. Öyle ki tarihi olmayanlar yani sonradan oluşan/oluşturulan devletlerde sanal/kurgu bir tarih oluşturmuşlardır.

Birey aile geçmişi ile toplumlar tarih ile kendilerini ifade ederken medeniyetlerde;  inanç, dil, sanat ve coğrafya üzerinden tarihi olarak kendisini ifade eder.

Bu üç ifade biçiminde konuşulan dilin ve yazının hayati önemi vardır. Çünkü tarih dil ile yazılır. Dil ile geleceğe aktarılır. Dil/yazı ile baki kalır. Dile ve yazıya yapılan olumsuz müdahaleler; o tarih ve medeniyet algısının tarih ve gelecek sahnesinden çekilmesini beraberinde getirecektir. Çünkü damar ve kanın insan vücudundaki üstlendiği hayati bir rol gibi; dil ve yazı toplum ve medeniyetin var olmasında öylesi en önemli bir role sahiptir.

Bu coğrafya; birey, toplum ve medeniyet olarak her şeyine müdahale edilmiş insanlardan oluşmaktadır. Bunun acısını başta dedelerimiz ve babalarımız olmak üzere hepimiz çektik ve çekmeye devam ediyoruz. Aidiyet duygumuz elimizden alındı. Öyle ki medeniyetler liginde kendimize yer bulamadık.

Samuel Huntington “bir insanın ‘Sen kimsin?’ sorusuna verdiği cevapta en çok din, dil ve tarihin belirleyici olduğunu belirtiyor.” Ve yine “Türkiye iki kıta arasında bir köprüdür. Medeniyet alanında da bir köprü gibidir. Sadece ayakları basıyor. Ne orada ne burada. Ait olduğu yer yok.” Anlamında bir tanımlaması var.

Bilgi ve iletişim çağında biz Müslümanlar sahip olduğumuz bütün değerlerimizle kendimizi ifade etmeliyiz. Bu; insani, tarihi ve dini bir hak olarak karşımızda duruyor.

Dedemin mezar taşında ne yazıyor onu okumak ve bilmek istiyorum.

Bu noktada bireysel gayretim var. Rahmetli annem Latin harfleri okuyamazdı. Osmanlı(ca) Türkçesini bilir ve nesih olarak okurdu. Bana da öğretti. Anacak Rikayı ve vesikaları okumayı bilmiyorum.

Şimdi Melikgazi Belediyesinde; kendisini Osmanlıcaya, tarih, sanat ve tezhibe adamış olan eğitimci Yusuf Şükrü Şafak hoca efendi tarafından verilen derslere katılıyorum. Özverinin ete kemiğe bürünmüş hali olan Yusuf Hocama teşekkür ediyorum.

Artık dedemin mezar taşını okuyabileceğim.

F. YILMAZ ALTUNÖZ